11 Haziran’da başlayan 2010 Dünya Kupası en büyük favorilerden İspanya’nın şampiyonluğu ile sona erdi. Turnuva öncesi yazdığım yazıya baktığımda (2010 Dünya Kupası Öncesi Beklentiler), İngiltere hariç iyi tahminler yaptığımı görüyorum.
Turnuvayı en çok hak eden İspanya kazandı. Takım kurgusu ve oyunuyla beni şaşırttı. 2008 sonrası hala bu kadar üstün bir oyun beklemiyordum. Casillas, Villa ve Alonso’yu çok beğendim. Patlama beklediğim Torres ise 2008’deki performansının çok altındaydı. Zaten sezon içerisinde de pek parlak değildi.
Çoğu turnuvada favori olan ve genelde “Gönüllerin Şampiyonu” ünvanına layık görülen Hollanda 74 ve 78’den sonra bir kez daha finalde kaybetti. 2008’de olduğu gibi yine gruplarda 9 puan alarak başlayan Hollanda, bu kez süpriz takımların çelmesine (2008’de Rusya’ya elenmişlerdi) takılmadı.
Sırasıyla turnuvada iyi performans gösteren Slovakya ve daim favori Brezilya’yı elediler. Özellikle Brezilya maçı, savunma açısında Hollanda’nın sıkıntılı olduğunu göstermişti. Fakat bunu finale kadar idare etmeyi başardılar. Mourinho’nun Interi’nde büyük çıkış yakalyan Sneijder ve ŞL finalisti Münih’in yıldızı Robben takımı iyi sırtladılar.
İspanya’nın “Total Futbol” felsefesinin çıkış noktası olan Hollanda, kulak&boynuz ilişkisi misali, rakibine boyun eğdi.
Ve en büyük hayal kırıklığı Brezilya. 94’de kupayı kaldıran Brezilya’nın kaptanlığı yapan Dunga, zaten oyuncu tercihleriyle (Ronaldinho, Adriano, Diego, hatta R. Carlos ve Ronaldo) dikkatleri üzerine çekmişti.
Kaptan olduğu yıllarda teknik direktör olan Parreira’nın oldukça etkisinde kalmış Dunga. Sönük ve alışılan Brezilya’dan oldukça uzak kalan futbol anlayışı; takımı, iyi başladığı turnuvanın dışında bıraktı.
Brezilya’yı ilk defa çift önlibero oynayan ve skoru alınca arkaya yaslanan bir anlayışta gördüm. Juninho, Ronaldo, Ronaldinho, Adriano ve Kaka’yı beraber oynatan bir anlayıştan bu kadar uzak olunca beklentiler de eleştiriye dönüştü ve Dunga hemen kovuldu.
Diğer bir hayal kırıklığı Arjantin’e de değinmeden olmaz. Baştan açık sözlülük yapıp söyleyim; Arjantin kupayı kaldırsaydı gerçekten çok üzülürdüm. Futbol anlayışı olarak beğenmediğim Arjantin’in ve bencilliğinden ötürü iyi gözle bakmadığım Messi’nin hikayesinin bu şekilde bitmesi beni haklı çıkardı ve mutlu etti.
2 Dünya Kupası oynayıp yalnızca 1 gol atan Messi, Maradona’yla en ufak bir alakası dahi olmadığını gösterdi (Golü 2006’da atmıştı). Cambiasso ve Zanetti gibi, sezon içerisinde zirve yapan oyuncuları tercih etmeyen Maradona da; “iyi oyuncu = iyi teknik direktör” eşitliğini güzel bir şekilde boşa çıkardı.
Orta saha yükünü, Brezilya aksine yalnızca Mascherano’ya bırakan Arjantin, turnuvanın en az koşan takımlarından birisiydi. Özellikle dağıldıkları Almanya maçındaki orta saha kurgusu, felaketin habercisiydi! Arjantin; Di Maria, Maxi Rodriguez, Tevez, Messi ve Higuain’i bir arada oynatıp da nasıl bu kadar beğeniliyor anlamış değilim. 5 tane ofansif ağırlıklı -ki 3 tanesi forvet- oyuncuyla dinamik Alman takımını yeneceğini düşünen Maradona’ya pek şaşırdım.
Son finalistler Fransa ve İtalya’nın gruplarda elenmesi, futbolları itibariyle oldukça normal. Özellikle Fransa’nın büyük bir yapılanma içeresine girmesini bekliyorum. Katılırlarsa 2012’de; Henry, Anelka, Trezeguet, Gallas ve Govou gibi isimlerden arınmış olarak gelecekler. Arkadan da iyi oyuncular geliyor bence.
Turnuvanın en iyi oyuncuları Forlan, Villa ve Sneijder‘di.
Turnuvanın hayal kırıklıkları: C. Ronaldo, Torres ve Rooney. Beklenti – sonuç olarak bakarsak Messi de girebilir.
Çıkış yapanlar ise; Müller, Mesut ve Suarez‘di.
Turnuvanın en iyi 11’i: Casillas || Ramos – Puyol – Friedrich – Lahm || Sneijder – Alonso / Robben – Özil – Müller || David Villa (Forlan – kararsız kaldım) Taktik: 4-2-3-1
Eğer çift forvet düşünürsek alternatif: Casillas || Ramos – Puyol – Friedrich – Lahm || Müller – Sneijder – Xavi – Robben || Villa – Forlan.
Tercihim tek forvet ve ilk kadro. Kadroda ilk 4 takım dışında hiç oyuncu yok. Hatta 4. olan Uruguay’dan da tek oyuncu var. Populist takıldım sanırım 🙂