Bu sabah, “kafa tatili” olsun diye Ankara’ya geldim (Isparta’dan). Daha ilk dakikalarda, medyanın insanları psikolojik açıdan ne kadar etkilediğini ilk kez bu kadar net gördüm!
Gelmeden önce, okuduklarım ve gördüklerim beni epey etkilemiş. Okulların tatil olması, İstanbul’da yapılan dezenfekte ile ilgili görüntüler, yazılan yazılar falan.. Hepsi tek tek, aklımın bir yerine kazınmış yani!
Aşti’den, Ankaray ile Kızılay’a gidiyorum. Kocaman bir bavul ve laptop çantasıyla, metroya koşturuyorum. O “dıııııt” sesi geldiği an kendimi zar zor içeri atıyorum. Okul tatil, saat sabahın 7’si ama, ne kalabalık metro be diye geçiriyorum içimden.
Neyse.. Daha ilk durağa gelmeden -ki Emek 2 dakika sürmez- bir ses geliyor arkamdan:
– Hapşuuuu!..
Yuh arkadaş! Dönüp de “çok yaşa” demeyi aklımda geçirdim elbette ama, öyle bir durumdayım ki, aklıma direkt olarak gördüklerim geliyor. Mesela, İstanbul’daki büyüklerimizin, bizi düşünüp, toplu taşıma araçlarında yaptığı işlemler geliyor aklıma. O garip kıyafetli adamlar.
O değil, herkeste bir panik havası. Hapşuran kişiden uzak durmaya çalışmak.
Tam o an, elimin herkesin temas ettiği bir yerde olduğunu fark ediyorum. Ne fayda? İki tane çanta var iken nasıl çekebilirim ki?
Biraz daha gidiyoruz, öksürenler, burnunu çekenler.. Sonra bir daha öksürenler..
Korku filminde köşeye sıkışmış ve ölmeye en yakın oyuncu gibi hissettim kendimi! İner inmez, koştura koştura çıktım merdivenlerden. Güya evdekilere de süpriz yapacaktım, akıl mı kaldı adamda?
Merdivende trabzanlara bile dokunmuyorum.
Dolmuşa binerken, mümkün olduğunca destek alma diye kendimi tembihliyorum ve ‘virüs’ kapmadığımı düşünerek eve adımımı atıyorum.
Boşver onu bunu, keşke virüsler de teğet geçse amca. Şey.. Tayyip Amca!