Blogda kitaplarla ilgili bir yazı yazmayalı epey vakit olmuş. Halbuki okumuyor değilim, yalnızca çeşitli sebeplerden ötürü (zaman, kitap içeriği, konu vs) erteliyorum.
İki Editörün Güncesi’ne bir sahafta denk gelmiştim. Daha önceki kitaplarından tanıdığım Ahmet Doğan’ın ismini görünce almaya karar verdim. Ahmet Doğan ve Fahrettin İnce’nin, Türkiye’nin önemli isimleriyle yaptığı söyleşileri içeren kitap; söyleşiye katılanların da katkılarıyla, tıpkı kapak yazısındaki söylendiği gibi tam “arşivlik” olmuş.
Siyasetten, insanlık tarihine; sanattan, ideolojilere, farklı konuların doğru harmanlandığı bir kitap çıkmış ortaya.
Röportaj yapılanlar arasında: Attila İlhan, Nihat Behram, Nebil Özgentürk, Alev Alatlı, Emre Kongar, Deniz Ülke Arıboğan gibi isimler var. Aramızdan ayrılmış olmasının bıraktığı etkiyle birlikte, Attila İlhan’ın söyleşisi ayrı bir keyifli olmuş.
Fikirlerini ilk kez okuduğum veya ilgisiz kaldığım söyleşileri saymazsak, kitabı başarılı buldum. 2006’da yayınlanan (söyleşiler daha eski) kitabın, siyasi konulardaki yaklaşımı ve dile getirilen görüşler önemli mesajlar veriyor.
Türkiye’de hala dokunulmazlık vasfına sahip milliyetçilik ve kemalizm’in sözcülerinin/destekçilerinin geçen 6-7 yıla rağmen, hala aynı cümleleri tekrarladığını kitapla beraber görmek mümkün. Türkiye gibi, iç dinamikleri çabuk değişen bir ülke için bu muhafazarkarlık biraz fazla.
Ne kadar yeni söz, ne kadar yeni fikir o kadar çözüm demektir.
Komplo teorileri bile hala aynı tutarsızlığa sahip. Geçen yıllar, paranoyaklığımızdan bir şey alıp götürmek yerine adeta üzerine eklemiş. Değişen şartların, yaklaşımların malum ideolojiler üzerinde hiçbir etkisi yok. Özeleştiri kültürümüz daha da bozulmuş. Kutuplaşmışız başka bir deyişle.
Yine de; 50 yıl önce de, 30 yıl önce de, şimdi de aynı tazeliği yaşatan düşünceler yok değil. Attila İlhan ile bitirmeli:
(Batı’dan bahsediyor)
“Demokrasi kurulurken kime karşı kuruluyor? Krallara ve soylulara karşı. Peki bunlara karşı kim ayağa kalkıyor? Şehir halkı, işçiler ve köylüler. Çünkü onların hakkı yoktu. Ama asıl hak isteyen burjuvazi. Burjuvazi, para sahibi olmuş ve gücü burada görüyor.
Eskiden toprak güçtü; ama artık para ve ticarettir. Bütün güç para olunca, o zaman paraya göre toplumsal bir sistem kurulması lazımdı. Halbuki mevcut sistem paraya göre değil, toprağa göre ayarlanmış bir sistemdi.
Değiştirmedikleri için ihtilal oldu ve iktidar oluyorlar. Peki işçiler ve köylüler mi iktidar oluyor? Hayır, burjuvazi. Onun için onların hakkını yemek istemiyor ve onlara diyor ki, “Siz de muhalefet olun.” Onlar da partilerini koruyorlar. Bak Batı’daki ülkere, bütün partiler burjuvazi ile işçilerdir. Biri gider, biri gelir…“