Ortadoğu bugünlerde tarihsel bir gözle bakıldığında sıradan, vicdanı gözle bakıldığında ise asla sıradan olmayacak dönemlerden birini daha yaşıyor. Bu kez fillerin tepiştiği ve nihayetinde hak olan taleplerini dile getirdiği için ölenlerin halk olduğu coğrafyanın adı Mısır.
Türkiye’deki mevcut iktidarın, siyasi çıkarlar ve oy kaygısı yüzünden bu katliama mağduriyet gözüyle bakmasını bir kenara bırakıp, halkın bu katliam karşısında ne hissedeceğini okumak benim bu yazıdaki asıl amacım.
Gönül isterdi ki, ölümleri isim isim değil sayıyla ifade ettirecek kadar berbat bir katliamı anlatırken, halkın umudunun asla düşmediğini gösterecek mizah öğeleri ve duvar yazılarını bir köşeye ekleyip binlerce kilometre öteden Mısır’ı izleyenlerin yüreğinde bir nebze olsun ‘kazanacağız’ parıltısı oluşturalım. Coğrafi ve kültürel sebeplerden ötürü bunu beklemek yersiz olacaktır.
Tarihin 21. yüzyılda açıkça ortaya koyduğu bir gerçek var: Zulümlerin arkasında ideolojilerin ve çıkarların müsade ettiği ölçüde beyinleri yıkanmış şekilde destek veren başka bir masum ‘karşı kitle’ yer almaktadır. Bu kitlenin bazen eli silah tutmaz, kimseyi vurmaz, yakmaz, öldürmez ancak ve ancak arkasında yer aldığı konum itibariyle zulümü yapanlara meşruiyet dayanağı oluşturur.
Tarihte yer tutmuş tüm eli kanlı liderlerin arkasında, askeri gücün getirdiğinden daha büyük bir güç getiren bu kitle mevcuttur. Ortaçağa göz çevirdiğinizde bu halkın adı çoğunluk, yakın tarihte ve günümüzde temsiliyet üzerinden yüzde, mevcut takvimin daha erken dönemlerinde ise egemendir. Sıfatı değişen halkın hassisiyetleri ölçüsünde (din, dil, ırk, mezhep) zulüm meşrulaşmış ve süreklilik kazanmıştır.
Mısır’da da durum, herkesin kafasında farklı muktedir-mağdur dönemlerini canlandıran bu öznesiz tanımlamalardan farksız. Askeri darbeyi karşı ideolojinin çöküşü olarak gördüğünden destekleyen bir kesim mevcut.
Bu kesim, kaşınan hassiyetlerden dolayı yukarıdaki fotoğrafa baktığında derdini anlatmaya çalışan kadını değil ‘gereksizce’ olduğunu düşündüğü bir şiddet yüzünden parçalanmış reklam panosunu görüyor. Muhtemelen komşusu, iş arkadaşı, aynı marketten alışveriş yaptığı kadının söyledikleri, fotoğraf anından bir süre sonra yaralanabilecek olması veya bu fotoğrafa baktığında çoktan ölmüş olma ihtimali, pompalanan hassasiyetlerden ötürü tamamen odak dışı.
Ve bu hassisiyetlerin kullanılması sadece bir kez başarıldığında, dökülecek tüm kanların meşruiyeti kazanılmış olur. Vergilerle yapılan kaldırım taşlarının parçalanması, dile getirilen taleplere kulakların tıkanma sürecini başlatır.
Taleplerini dile getirmek için sokağa çıkan halkın yapacağı eylemler ve taleplerin muhatabı tarafın karşı koyma refleksi her dönemde aynıdır.
Sokağa çıkar taleplerini belirten sloganlar atar, yeterli zaman içerisinde taleplerine karşılık bulamazsa -ki bulmak bir yana genellikle bastırıcı güçleri görür- taleplerinde ısrarcı olduğunu belirtmek amacıyla toplanılan alana -dünyanın her yerinde meydanlardır- yerleşir. Yaşam alanının etrafını önce insan zinciri, şiddet gördüğünde ise kendi parasıyla yapılan kamu malını gözden çıkartarak çizer.
İlkel çağlarda kendisine zarar veren canlıları uzak tutmak amaçlı yakılan ateşi, kendisine zarar vereceğine emin olduğu silahlı-donanımlı güçlere karşı yakar ve tehditin boyutuna göre büyütür.
Tam teçhizatlı silahlı güçlere karşı, el birliğiyle tamamen korunma amaçlı ve genellikle etkiyi sadece geçici olarak azaltabilen aletler yapılır. Bu sayede yaşam alanı terk edilmez. Taleplerin dile getirildiği alan taleplerin yaşadığı alanmışcasına sahiplenilir.
Taleplere kulak tıkayanlar ise cımbızla seçilen görüntüler eşliğinde meşruiyetini sağlayan halka meşruiyetini devam ettirmek üzere yayınlar, demeçler vermeye başlarken, diğer taraftan da direnen halkın sürekliliğini engellemek üzere çadırları yakar, kendisine hiçbir engel teşkil etmeyen barikatları yıkar, alandaki çadırları yakar.
Şiddetin arkasında daima bu şiddetin zorunlu ve tek yol olduğuna inanmış, çoğunluğu cahil, kimisi cani, kimisi rantçı başka bir kesim halk vardır. Ve bu katliamı ne başka medeniyetler, ne uluslararası oluşlar ne de dış destekler durdurur.
Bunu başarabilecek olan, katliam bittiğinde yine yanyana yaşayacak olan halktır. Bu ise yaşadığımız yüzyılda henüz mümkün görünmüyor.